Paris ve İstanbul Baroları Üyesi Av. Banu Anıl Antonetti Röportajı

Furkan: Bir Günde Değil’den herkese merhabalar. Bugünkü konuğumuz Avukat Banu Anıl Antonetti. Hoş geldiniz Banu Hanım.

Banu Anıl Antonetti: Hoş bulduk.

Furkan: İsterseniz hemen ilk sorumuzla başlayabiliriz. Türkiye’nin en köklü eğitim kurumlarından birinde Galatasaray Lisesinde eğitim gördünüz. Lise eğitiminizin size katkılarından bahseder misiniz?

Banu Anıl Antonetti: Öncelikle benim zamanımda Galatasaray’a girdiğimizde çok küçüktük esasında, 10-11 yaşlarındaydık. Dolayısıyla ciddi bir yoğrulma var ve yabancı kültürle çok genç yaşta tanışıyorsunuz. Bu, öncelikli olarak bence insana çok farklı bir vizyon katıyor. Daha mükemmeliyetçi yaklaşan hocalarımız vardı. Onun ötesinde Galatasaray’da bizim birbirimizle olan bağlılığımız ve birbirimize destek olmamız da bana hem Türkiye’de hem yurt dışında bir sürü kapı açtı ve şimdi bu dayanışmayı başka şekilde devam ettiriyorum. Şu anda da bizim Galatasaray Mezunlar Derneği’mizde mentorluk sistemi var. Bu şekilde bize gelip sorular soruyorlar, altı aylık bir senelik dönemlerde düzenli görüşmeler yaparak genç arkadaşlarımıza destek oluyoruz; okulla ilgili sorularına ya da kariyerle ilgili sorularına cevap verip yön gösteriyoruz. Birlikte araştırma yapıyoruz. Nasıl yol alabilirler diye yardımcı oluyoruz. Bence bu sistem çok güzel bir sistem. Mesela Boğaziçi Üniversitesi’nde de olduğunu biliyorum. Bu şekilde bir destek gençler için çok çok değerli diye düşünüyorum. Keşke bu sistemi bir sürü yerde oluşturabilsek… Dolayısıyla Galatasaray bana çok artı değer kattı, her zaman da müteşekkirimdir.

Baha: Avukatlığı tercih etmenizde neler etkili oldu ve bu kararı ne zaman verdiniz?

Banu Anıl Antonetti: Esasında ben doktor olmak istiyordum; ama sevgili babam, kendisi de avukattı ve İstanbul Üniversitesi mezunuydu. Bir gün beni kenara çekti ve “kızım” dedi, “Avukatlık çok güzel bir meslektir, hayatına çok güzel bir şekilde devam edersin. Bak ben sizi bu şekilde büyüttüm.” diyerek beni bir şekilde ikna etti. Hukuk fakültesinde okurken doğrusunu söylemek gerekirse çok pişman oldum. Çünkü hukuk okumak zor gerçekten. Gerçekten zorlanıyorsunuz, yoruluyorsunuz. Çok emek vermeniz gerekiyor. Hatta ilk mezun olduğumda, bütün notlarımı topladım ve yaktım. “Avukatlık yapmayacağım!” dedim. Çok yorulmuştum, gerçekten hukuk zorlayıcı bir eğitim. Şu anda benim kızım da hukuk okuyor, ona hep söyledim, anlattım bu hikayeyi. Yeterince söylememişsin anne diyor.

Birkaç ay kadar kuzenimin reklam ajansında biraz çalıştım. Sonra baktım, “Bu kadar emek verdiğim ve bildiğim bir meslek var ona geri döneyim.” dedim. Üç ayın sonunda stajıma başladım ve hiç pişman olmadım, çok severek yaptığım bir mesleğim var. Kendime göre yonttum. Bence gençlerin bunu bilmesi lazım, yani kafamızda katı bir çerçeve olmamalı:

“Avukatlık şudur, şu kutunun içinde ve bunu yapmak zorundayım, benim hayatım böyle geçecek.” gibi düşünmemek lazım. Çünkü siz kendi becerilerinize göre kendi avukatlığınızı yönlendirebiliyorsunuz. Sonrasında arabuluculuğa başladım. Arabuluculuk eğitimleri verdim, hocalık yaptım. Tahkim prosedürlerini yönettim. Yurt dışına seyahatlere gittim, iş adamlarına destek oldum. Bütün bunlar benim bir şeyleri araştırmam, merak etmem, o yönde adımımı atmamla oldu. O yüzden hani herkesin kafasında şöyle bir “avukatlık” diye bir fikir var. O şekilde sabitlememek lazım. Avukatlığı bir sürü değişik şekilde yapmak mümkün. Kendinize uygun olanını kendiniz keşfedeceksiniz. “İşte avukat olduğun için mi böyle konuşuyorsun, avukat olduğun için mi böyle kararlısın?” Hayır. Sizin kendinize ait bazı becerileriniz var ve o becerilerinizi avukatlık mesleğinde kullanarak geliştiriyorsunuz. Dolayısıyla avukatlığı seçtiğime ve o yolda ilerlediğime çok memnunum.

Furkan: Hukuk yerel bir alan gibi görülse de siz hem İstanbul hem de Paris Barosuna kayıtlı bir avukatsınız. İki ülkede de Kıta Avrupası Hukuku uygulanıyor ama sizce farklar neler? Oraya, özellikle Fransız Hukukuna alışmakta bir zorluk çektiniz mi?

Banu Anıl Antonetti: Evet, çok zordu. Farklar neler? Birincisi ben Türkiye’de avukat olduktan sonra yurt dışına gittim, hasbelkader hayat beni Fransa’ya götürdü. İlk önce Polonya’da bulundum. Orada hatta master programımı yaptım. Sonra da Fransa’da hayatımın tamamını orada geçireceğimi düşündüğüm için ve sadece hukukçu sıfatıyla kalmak istemediğimden baro sınavlarına girdim. Çok zordu gerçekten, birinci sınavı zaten beceremedim yani öyle “bir günde olmuyor”. Çünkü Fransa’da hukuk okumadığım için tabii benim için ağırdı yani sadece lisede öğrenmiş olduğum Fransızca ile o sınavları geçmek kolay değildi. Sonra tekrar denedim yani bunu da gençlere şu yönde bir tavsiye olarak eklemek isterim; bir kerede yapamadıysanız ikinci üçüncüyü deneyeceksiniz. Emek vermeden olmuyor. Çok emek vermeden olmuyor. “Enerji”, “Düşüneyim olsun.” gibi bir şey de yok gerçekten. Emek size destek oluyor. Hatalarınızdan ders alıp tekrar tekrar denemeye devam etmek gerekli.

Uygulama açısından Fransız Hukuku bence Türk Hukukuna göre biraz daha çetrefilli, çok daha derin felsefik yaklaşımları var. O yüzden de daha fazla zorlanıyorsunuz işin aslı, ama temelde aynı. Kıta Avrupası açısından öyle büyük bir farklılık yok, belki içtihat çok daha fazla oluşmuş durumda. Ben Fransa’da özellikle Türk firmalarının davalarını yürütmüştüm. O bağlamda çok saygı duyduğum bir yan var ki, kesinlikle yabancı bir milletten olması bir şirket için bir dezavantaj teşkil etmiyor, yani bizim hukukumuzun daha zorlayıcı yanları olduğunu düşünüyorum. O bence üzücü bir şey çünkü Fransa’da hukuk paralı değil, yani siz davanızı açtınız diye talep edilen rakam üzerinden bir harç ödemiyorsunuz. Mesela Türkiye’de bu çok zorlayıcı bir şey. Haklı pozisyonda olsanız bile zaten cebiniz yanmış, bir de üstüne üstlük ekstra harçlarla daha da zorlanan pozisyonda… Hele bir de tahsilat imkânı olmayan bir dosya ile karşılaştığınız takdirde bu gerçekten hak arama imkânınıza sekteye vurduruyor.

Diğer yanda mesela yine yabancı bir şirket Türkiye’de dava açmak istediğinde karşılıklılık unsuru var mı, garanti temin etsin gibi bir sürü engellerle karşılaşıyor. Ben Fransa’da bulunan Türk şirketlerini temsil ederken böyle şeylerle hiç karşılaşmadım. O da bence büyük bir avantaj. Diğer yandan çok gurur duyduğum ve memnuniyetle karşıladığım bir husus da var. Normalde Fransa’da taşeron ilişkileri olduğunda -özellikle taşımacılık sektöründe- esas parayı alan şirket iflas etse de taşeron ilişkisi olan firmaya müşteriler tekrar dahi olsa ödemeye mahkum edilebiliyorlar. Böyle bir kanun maddesi var. Çok spesifik bir husus. Ve ben 50’ye yakın davayı yıllar evvel Türk bir müvekkilimiz için yürüttüm. Mahkemeler normalde Avrupa Topluluğu içindeki şirketlere uygulanacak olan bir hukuk uygulaması olmasına rağmen kabul ettiler ve dediler ki “Evet, taşeron uygulaması var ve bu firma Türk olmasına rağmen tazminatı hak ediyor.” diyerek daha önceden ödenmiş olduğu halde müşterilere tekrar ödemede bulundurttu. Bence bu çok başarılı bir hukuki uygulama. Yabancı ülke şirketi olmasına rağmen dışlanmayıp ona ilişkin bir içtihat oluşturmuş olması ülkemizde de görmek isteyeceğim hareketler diyeyim (gülümsüyor).

Onun haricinde tabii bazı farklılıklar var ama aforoz edilmeyeyim çok fazla konuşmayayım (gülümsüyor).

Baha: Afrika’dan Avrupa’ya birçok yerde çalıştınız. Farklı ülkelerde bu mesleği icra eden biri olarak hiç kültür şoku yaşadınız mı? Yaşadıysanız bu sorunla nasıl mücadele ettiniz?

Banu Anıl Antonetti: “Şok” demeyelim ama tabii çok büyük farklılıklar var. Afrika’da daha zorlandım diyebilirim; alışkın olduğumuz kriterlerden farklı bir sistem var, farklı bir yapıları var. Bence yurt dışında ve değişik ülkelerde çalışmak istiyorsanız adaptasyon yeteneğinizi güçlendirmeniz lazım. Bir kere randevulara uymak, evrakları okumak, sözleşmelere sahip çıkmak gibi konularda çok farklı kültürleri var. Her ülkenin kültürü çok farklı. Yani ben Fransa Belçika, Romanya, Bulgaristan, Nijer, Fas, Cezayir… çok farklı yerler de gördüm. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var. Hiçbirini kötülememeye ve hiçbirine ön yargılı yaklaşmamaya özen göstermek önemli. Çünkü herkesin bir tarzı var herkesin bir kültürü var. Ona adapte olduğunuz takdirde ilerleyebiliyorsunuz.

Ama evet, zorlanıyorsunuz ilk başta bilmediğiniz bir şeyle karşılaştığınız için. İşin keyifli yanı da o esasında. Çünkü değişik şeylerle karşılaşıyorsunuz. Mesleğimden belki de bu kadar keyif almamın sebebi bu. Hep aynı şeyi yapmıyorum. Hep aynı mahkemede değilim, hep aynı insanlarla olmuyorum. Tamamen çok farklı kişilerle karşılaşıyorsunuz, bazı yerlerde tökezliyorsunuz, düşünüp yol buluyorsunuz. Bu da gerçekten sizin karar verme yeteneklerinizi ve adaptasyon becerilerinizi güçlendiriyor. Kas çalışmak gibi yaptıkça güçleniyor. Evet, çok farklı ama biri diğerinden daha iyi, daha kötü diyemem. Bence herkesin kendine dair bir tarzı var. Ona adapte olmak bize düşüyor.

Furkan: Az önce kültür şokundan bahsettik. Peki özellikle avukatlık alanında sizce uluslararası alanda Türkiye’dekine kıyasla bu meslek nasıl icra ediliyor. Artı ve eksi yönlerimiz sizce neler?

Banu Anıl Antonetti: Ben etikler konusunda biraz burada zayıf olduğumuzu düşünüyorum. Yani icra yönünden biz avukatları çok kısıtlıyorlar. Ben Fransa’da özellikle vekaletname istenmeden birini temsil edebiliyor olunmasına şok olmuştum. “Nasıl yani, vekaletname yok mu?” Yani size o kadar bir saygı duyuluyor ki “Avukatım, ben bu şirketin avukatıyım.” dediğiniz takdirde kimse dönüp de size “Nerede vekaletnamen?”, “Şu var mı?”, “Tane tane evrakları nasıldır?” filan gibi şeyler sormuyor. Ama tabii ki müvekkili koruma sistemi var mesela. CARPA (Caisses des Règlements Pécuniaires des Avocats) diye adlandırılan hesaplar var. Her müvekkiliniz için o hesapları açıyorsunuz ve tahsilata ilişkin bedeller oraya geliyor. Ama onun haricinde siz mahkemeye gittiğinizde ya da başka bir yerde böyle sizden “Vekaletname ile gerçekten temsil ediyor musun, şöyle midir böyle midir?” gibi şeyler sormamakla birlikte diğer yandan suiistimallere karşı uygulamalar çok sert, Fransa’da barolar çok ciddi yaptırımlar uyguluyor. Hata eden avukatı gerçekten ihraç ediyor, herhangi bir şekilde çalışmaya devam etmesine izin vermiyor. İspiyonculuk güzel bir şey değildir ama avukatlar da yanlış bir şeyle karşılaştıkları takdirde baroyu konuyu bildiriyorlar. Avukatlar arasındaki ihtilafları baro yönetiyor. Bizim ülkemizde böyle bir baskın sisteme geçme imkanımız olmadığını düşünüyorum. Kolay değil, yapılması gerektiğine de inanıyorum. Bu, hem müvekkil güvenini sağlıyor hem avukatlar arası güveni sağlıyor. Benim çok şaşırdığım bir şey. Esasında Türkiye’de ben stajımı yaptım, avukat oldum, hemen ardından gittim. İlk yedi yılımı Fransa’da geçirdiğim için avukatlığı ilk başta orada öğrendim. Oradaki üstatlarımdan öğrendim.

Mesela benim hep şaşırdığım bir şey, özellikle boşanmalar da karşılaşıyorum. Boşanma avukatları Türkiye’de sanki birbirleriyle boşanıyorlarmış gibi davranıyorlar. Adliyede birbirinin suratına bakmama, sert davranma ya da meslektaşlar arası sert çıkmalar gibi pozisyonlar olabiliyor… Ben Fransa’da görmedim böyle bir şey. Karşı tarafı temsil ediyor olan meslektaşımız, asil değil ve hepimiz vekiliz. Vekil ve müvekkil birbirinden tamamen farklı oluşuna ve dosyaları kişiselleştirmemeye çok önem veriliyor. Duygularınızı kesinlikle işinizle birleştirmemeniz yönünde size ciddi farkındalık veriyorlar.

Esasında Türkiye için de baro sınavını tavsiye ederim. Bence herkes avukat olma yeteneklerine sahip olmayabilir. Orada avukatlık kanununun sınavı baro sınavının en başlıca unsuru. Yani o sınavdan geçemezseniz sizi avukat yapmıyorlar. Bu deontolojik kuralları çok iyi öğrenmeniz gerekiyor. Bunu gerçekten içselleştirmeniz gerekiyor. Karşınıza 4 tane baro başkanı geliyor, eski baro başkanları. Sizi sözlüye sokuyorlar. Baro sınavı sadece yazılı sınav da değil. Yazılı sınavları geçtikten sonra hem usul hukukları üzerinden yani idare, ceza, medeni usul hukukları da dahil olmak üzere, hem de avukatlık kanunu üzerinden sınav giriyorsunuz. Bu gerçekten önemli bir kontrol. Bu da bence mesleki olarak daha iyi hâkim olmayı sağlıyor sadece staj esnasında öğrenilenler değil. Mecbur kalıyorsunuz, bunu öğrenmeden ve içselleştirmeden geçemiyorsunuz.

Sonrasında da başınızda bir sopa, “Yanlış bir şey yaparsan barodan ihraç olursun.” gibi bir şey olursa konuya çok daha özen gösteriyorsunuz. Şöyle bir algı oluşmasını da istemem, “Ay biz disiplinli değiliz de onlar disiplinli.” Hayır! İnanın kontrol olduğu zaman herkes sağlıklı sistemlere uyum sağlıyor. Ben çok Fransız gördüm, Fransa’da araba kullanırken paşalar gibi her kurala uyar ama Türkiye’ye gelince en Türk şoförden daha Türk olur. O yüzden her şey sistemle bağlantılı. Sistemi güzel kurduğunuz takdirde bence burada da daha ileriye -kötü zaten demiyorum ama- mesleğimizi daha ileriye daha güzele taşıyabiliriz diye düşünüyorum. Çünkü çok güzel bir baromuz var, ciddi bir nüfusumuz var. Hep birlikte belirli bir şey oluşturduğumuz takdirde çok daha iyi sonuçlar elde edebileceğimize inanıyorum.

Baha: Kariyeriniz boyunca yorulup umutsuzluğa düştüğünüz, her şeyi bırakıp gitmek istediğiniz anlar oldu mu? Olduysa o anları nasıl aştınız?

Banu Anıl Antonetti: Tabii ki zorlandığım anlar oldu ama öyle umutsuzluğa düşmedim. Sadece biraz fazla hızlı gitmiş olabilirim. Biraz fazla çeşitlendirmiş olabilirim. Biraz yoruldum (gülüyor), erken yaşta biraz yoruldum. O yüzden sakinleşmeye ve o hıza biraz mola vermeye ihtiyaç duydum. Ama hayır, hiç umutsuzluğa kapılmadım. Zaten bizim içimizde çözüm üretme becerisi olmazsa avukat olamıyoruz bence. Şunun farkında olmak lazım avukat olmak istediğinizde: Size her zaman problemi olan insanlar geliyor ve siz problem çözmek üzere oradasınız. O yüzden bunun üzerinde çok güçlü olmak pozisyonundasınız. Onu geliştirmek önemli. Problemlerle karşılaştığımda “Şimdi bunu nasıl çözebilirim?” diye yaklaştım. Hiç umutsuzluğa kapılmadım.

Furkan: Şu anda böyle durumlar yaşayan gençlere tavsiyeleriniz var mı? Özellikle mutsuz hisseden, yorulan gençlere?

Banu Anıl Antonetti: Bir kere neden mutsuz hissettiklerini bulmaları lazım. Ben bu meslekten mutsuz hissettiklerini çok fazla düşünmüyorum çünkü mesleğimiz güzel bir meslek. Hem kafanızı çalıştırıyorsunuz hem insanlara emek veriyorsunuz bir şekilde. Avukatlık bence çok saygıdeğer ve gurur duyulabilecek bir meslek. Bununla egoyu pompalamaktan bahsetmiyorum. Gerçekten insanlara destek olabilmenin verdiği bir mutluluk var. Bir davayı kazanmak, birine destek olmak, kaçırılmış bir çocuğu ailesine iade etmek… Bunlar benim hayatımda mutluluk anları olmuştur.

Umutsuzluğa kapılmaya bence vaktimiz yok. Emek verdiğiniz takdirde, çalıştığınız takdirde “Buradan ne çıkartabilirim, buradan ne ders alabilirim, bu bana niye geliyor? diye sormak lazım. Bir şeyle karşılaştığınızda ve her şey ters gidiyormuş gibi gözüktüğünde “Her şerde bir hayır vardır.” sözüne çok inanıyorum. Oradan çıkma yolunu bulduğunuzda inanın çok daha güçleneceksiniz. Çok klişe gibi geliyor; ama öyle değil. O büyük şemayı gördüğünüzde ve şerdeki hayrı bulduğunuzda inanın çok ilerliyorsunuz. Hiçbir şey sebepsiz yere gelmiyor; umutsuzluk duyduğunuz şeyin size niçin geldiğini ve burada neyi görmeniz gerektiğini bulmak işin özü…

Bence umutsuzluk ancak görmemiz gereken ışığı nerede arayacağımızı bulamadığımız anlarda geliyor. Bundan çıkmak için de birilerine danışmak önemli. Mesela ben en büyük yeteneğimin bir ağ oluşturmak olduğunu düşünürüm. Bir problemle karşılaştığımda kimi arayacağımı bilmek. İşte cezayla ilgili şu arkadaşıma sorarım, rekabetle ilgili bu arkadaşa sorarım, medikal bir şey oldu vs. Çevreniz ne kadar güçlüyse siz de o kadar güçlüsünüz. İyi arkadaşlarınız iyi bir çevreniz olması ve konusunda uzman kişilerle çalışmak “Her şeyi biliyorum, her şeyi yapıyorum.” inancında olmamak lazım. Bilmediğiniz yeri durup anlayıp bunun için kime danışabileceğinizi tespit etmek. Yani ben ekip çalışmasına ve destekle ilerlemeye çok inanıyorum. Bence umutsuzluk insanın yeteneklerinin ötesinde bir şey yapmasıyla ancak olur. Bir yerde sınırlarını bulup o desteği temin ettiğiniz takdirde zaten oradan çıkarsınız.

Furkan: Aynı zamanda Türk-Fas Konseyi Başkanlığı görevini üstlendiniz ve bu yönüyle iş dünyasını da yakından tanıyorsunuz. Peki sizce hukuk mantığıyla iş dünyasının prensipleri uyuşuyor mu? O dünyaya alışmakta bir zorluk yaşadınız mı?

Banu Anıl Antonetti: Esasında iş adamlarına destek olmak istediğiniz zaman “Sadece hukuk kafasıyla yol almamanız lazım. “Müvekkilimin ihtiyaçları neler?” diye sormak çok çok önemli. Tabii hukuk fakültesinden mezun olduğumuzda, stajımızı yaparken bu belki bize direkt gelmiyor. Tabii bu kariyerim esnasında birlikte çalıştığım ve geçmiş yıllarda patronum olan avukat üstatlarımdan öğrendiklerimle alakalı. İş adamlarıyla birlikte toplantılara girdikçe onların beklentilerini daha iyi anlıyorsunuz. İyi bir hukukçu olmak sadece hukuku uygulamak değil aynı zamanda karşınızdakinin ihtiyaçlarını anlamakla bağlantılı. Bu iş adamı da olabilir, bir boşanma davası da olabilir. Bir iş hukuku davası olabilir. Bence iyi hukukçu iyi dinleyici aynı zamanda. O kişinin ihtiyaçlarını dinlediğiniz takdirde ona ilişkin çözümleri üretirsiniz. Ben hukuku değiştirmek ya da hukuka aykırı bir hareket yapmaktan bahsetmiyorum kesinlikle. Hukuku müvekkilinizin ihtiyaçlarına göre uygulamaktan bahsediyorum. Öyle bir yaklaşımda bulunduğunuz takdirde hem müvekkiliniz mutlu olur hem de siz başarılı olursunuz.

Baha: Özellikle mesleğe yeni başlayan avukatlara büro ekonomisini yönetme konusunda tavsiyeleriniz var mı?

Banu Anıl Antonetti: Bence onunla ilgili olarak gerçekten sistem analisti ya da muhasebeci gibi birileriyle oturup çalışmaları lazım. Ben kafa göz yara yara ilerledim. Bizim meslekte çünkü bir sürü stopajlı fatura kesiyorsunuz, yurt dışına fatura keserseniz stopajlı kesmiyorsunuz. Fatura takibi, masraf takibi, müvekkillerle olan ilişkiler, ofisi yönetme… Mesela iş çok yoğun olur, eleman alırsınız ama eleman yükünden kazancınızı dengeleyemezsiniz… Yabancı müvekkiller Türkiye’de şirket kurarken de bizimle ilk başta temasa geçiyorlar, “Biz şirket kurmak istiyoruz, nasıl ilerleyelim?” diyorlar.

Benim ilk söylediğim “Tamam biz size bu konularda tavsiyede bulunuruz ama bir muhasebeciniz olsun”. Çünkü gerçekten biz her ne kadar maliye hukuku, vergi hukuku okusak da o konuları yeterince bilmeden mezun oluyoruz. Hukuk kliniği gibi adlandırabileceğimiz bir dersimiz yok, hiç bilmiyoruz. Buna ilişkin ben bir iki kitap görmüştüm ve oturup o kitaplar üzerinde çalıştım ama bu konuları bilen birisiyle yani bu meslekten biriyle oturup “Ya ben böyle bir sistem kuruyorum, şu kadar avukatım olacak ya da şu anlık bu kadar işim var, kazancım bu yönde, bunları nasıl yapmalıyım?” Kontrolsüz büyümemek. Ama diğer yandan da küçük kalıp beyninizin yanmaması… Bu dengeleri kurmak için bu konularda destek alarak ilerlemek gerektiğine inanıyorum.

İlk planda mezun olur olmaz cengâverlik yapıp tek başına yola çıkmak da çok akıllıca değil. İlk birkaç yıl, tercihen 5 yıl bir üstadın yanında çalışıp tecrübe kazanmak gerekli diye düşünüyorum. Sonrasında  değerleri ortak olan birkaç arkadaş ile ortaklık kurularak da ilerlenebilir… Bakın bu çok önemli. “Aa ben onu tanıyorum, haydi birlikte ofis kuralım.” da basit bir şey değil. Ortak değerlerin tespit edilmesi önemli. Yani herhangi bir ortaklık kurulurken biz hep “Müvekkillerimiz için sözleşme yapılır” zannediyoruz işte. Hayır, avukatlar arasında da aynı sözleşme yapılmalı. Herkes ne getirecek, ne emek verecek? Maddi manevi emek ne olacak ve birbirimizden beklentiler nelerdir? Mesela böyle sözleşmelerin başına yabancılar öyle yazarlar: “Taraflar şu şekilde bir araya geldiler ve birlikte şöyle bir sistem kurmaya karar verdiler” diye. Orada niyetin konulması, karşılıklı niyetlerin ne olduğunun tespit edilmesi açısından önem arz ediyor.

Dolayısıyla işe yeni başlayan ya da ofis kurmak isteyen arkadaşların eğer ortaklık kuracaklarsa ortaklıkta kimin ne getireceği ne becerilerinin olacağını, birbirlerinden ne gibi beklentilerinin olacağını da kağıda dökmeleri gerekiyor. Çünkü bunlar konuşuluyor ama sözler zamanla kayboluyor. İnsanlar birbirlerine bazen iyi görünmek nedeniyle bazen “nasıl olsa olur” diyerek her şeyi anlatmıyorlar. Hayır, her şeyin siyah beyaz ilk baştan ortaya dökülmesi lazım. Böyle bir kafanızda bir sistem bir hukuk bürosu oluşturmak olduğunda hem muhasebesel yönden ekonomik gidişat nasıl olacak onları bir destekle ortaya koyun. Hem de aranızda mutlaka ve mutlaka bir ortaklık sözleşmesi şeklinde bir şey oluşturun diye tavsiye ederim.

Furkan: ILSA ile yapılan röportajda müvekkillerin tam anlamıyla mutlu olamadığından bahsediyorsunuz. Farklı kültürlerden birçok müvekkille çalışmış biri olarak, müvekkillerinizle olan ilişkilerinizde nelere dikkat ediyorsunuz?

Banu Anıl Antonetti: Esasında müvekkillerin tam olarak mutlu olamadığı dediğim husus şöyle: İhtilaflar mahkemelerde çok uzun sürüyor. Gerçekten uzun yıllar devam ettiği için -bütün ülkelerde enflasyon oluyor, olaylar oluyor, mücbir sebep oluşturan hususlar oluyor- taraflar için çok yorucu oluyor. Biz avukatlar bundan tabii çok fazla etkilenmiyoruz. Eninde sonunda bizim mesleğimiz bu. Her halükârda bir şekilde hayatımıza davalarla devam ediyoruz. Tabii hepimizin de ortak talebi bir davayı kazanmak, sonuca ulaşmak.

Ben 25 yıllık kariyerde ortak noktayı bulabilip bir şekilde karşılıklı tavizler verdirerek müvekkillerin bir sonuca ulaşmasının her türlü ihtilaftan çok daha sağlıklı sonuçlar doğurduğunu ve müvekkilleri de tatmin ettiğini fark ettim. Çünkü davayı en sonunda kazansanız da üzerinden seneler geçmiş oluyor. Hele Euro idi, TL idi, enflasyondu, bir sürü bilirkişi raporları oluyor. Kararlar tam olarak talep edileni hiçbir zaman tam olarak karşılamıyor. Hayallerdeki ile gerçek birbirinden çok farklı oluyor. Dolayısıyla ben tarafları olabildiğince “Ya tamam, okey, şimdi 100 almak istiyorsunuz ama haydi 80’e razı olun, bunu beş yıl yedi yıl sonra almayın. Şimdi alın ve siz de yolunuza devam edin.” Bu dava enerjisi çok farklı ve yorucu bir şey. Müvekkil için çok çok yorucu bir şey. Biz onlara bir şekilde soruyoruz, onunla ilgili bir sürü tekrar evrakların gitmesi gerekiyor. Ya da olayı duygusal olarak tekrar yaşaması icap ediyor. Bunlar özellikle müvekkil için çok yorucu bir şey. Bir şekilde o ihtilafı çözüp kenara bırakıp hayatına devam edebilmesi gerekiyor. Yani boşanmaysa boşanmanın gerçekleşmesi. İş ayrılığı ise ortaklığın sona erdirilmesiyle tarafların bundan ayrılıp hayatlarına devam edebilmesi önemli.

Gayrimenkulde dahi o kadar uzun süreli davalarla karşılaşıyoruz ki herkes kaybediyor. O yüzden bence en doğru çözüm anlaşmayla ulaşılan, tabi ki “Her ihtilaf yüzde yüz anlaşmalı sonuçlandırılacak.” gibi bir şey söz konusu değil ama olabildiğince fazla insanları anlaşmalı çözüme yönlendirmek hem mahkemelerin yükünü azaltmak hem de müvekkillerin ruh sağlığını korumak açısından bence önem arz ediyor. Müvekkil memnuniyeti açısından sadece işinizi doğru yapmanız yeterli olmuyor. İhtilafları ne kadar kısa sürede çözebilirseniz onlar için o kadar başarılı bir avukat oluyorsunuz.

Baha: İki yabancı dilde de avukatlık hizmeti veriyorsunuz. Bugün için yeni mezun avukatların en büyük problemlerinden biri de dil öğrenmek. Bu konuda tavsiyeleriniz var mı?

Banu Anıl Antonetti: Şimdi doğrusunu söylemek gerekirse okulda öğrendiğimiz çok daha kısıtlıydı ama üstüne çok emek verdim. Hatta ailemle biraz didişerek emek verdim diyebilirim. Ben üniversite öğrencisiyken Fransız çocuklara bakıyordum, babysitting yapıyordum. Hem bir yandan para kazanıyordum hem de o süreç içinde Fransız ailelerin içinde bir yaşam sürdürdüğüm için Fransızcam çok gelişmişti. Dolayısıyla orada yaşamımı devam ettirdikçe Fransızca kitap okuyordum. Her şeye Fransızca uyum sağlıyordum. Hatta Fransızca hukuk dersleri vardı onlara gidiyordum.

Onun ötesinde daha sonrasında hukuk fakültesini tabii dört yılda bitirmemiş biri olarak, fakülte “uzatılır” bilin, her öğrencinin başına gelebilir. Bu durum da illa ki hayatta başarısız olacağınızı göstermiyor. İkinci sınıfta maliye hukuku vardı, bir türlü geçemedim, üçüncü sınıftan da derslerimi vermiştim. O zamanlar uygulanan bir kural nedeniyle de dördüncü sınıftan ders alamıyordum. Yurt dışına gittim. Au pair olarak İngiltere’ye gittim ve orada İngilizcemi geliştirdim. Bunların hepsi zorlayarak yapılmış şeyler. Öyle gökten inerek gelmedi. Emek vermek lazım.

Hatta size şöyle bir hikaye anlatabilirim. İngilizce kursuna gidiyordum. Üniversiteye yakın olsun diye Laleli’de bir kurstu ve biz Bostancı’da oturuyorduk. Acayip bir kar yağdı, dizlere kadar kardı. Ben İngilizce kursuna gideceğim ya kalktım, gittim. Kursta tek başımayım. Hiç kimse gelmemiş.  Hoca ile birlikte biz tek başımıza ders yaptık. Evet, emek vermeniz gerekiyor. Lisanlar çok emek gerektiriyor. Kullanmadığınız takdirde gidiyor. Ben hâlâ düzenli olarak, bir şey izlediğimde mesela hiçbir zaman dublajlı izlemem. Yabancı dilde makale okumaya özen gösteririm. Hatta İngilizcemi geliştirmek için altyazıları da İngilizce koyuyordum. Dolayısıyla hem İngilizce duyup hem İngilizce altyazı okuduğunuzda daha hızlı adapte oluyorsunuz, daha kolay kullanmaya başlıyorsunuz. Emek vereceksiniz, çalışacaksınız.

Furkan: Yeni mezun avukatlar kendilerini deneyimsiz hissetmenin yanında nasıl müvekkil bulacağım kaygısı da yaşıyor. Sizce günümüzde yeni mezun bir avukat müvekkile nasıl erişebilir.

Banu Anıl Antonetti: Bir kere birinin yanında çalışmadan paldır küldür “Merhaba, ben kendi hesabıma çalışacağım.” demek biraz fazla cesaret. Evet çok fazla avukat var. Bir yerde bir kere size işi de birinin öğretmesi lazım. Siz işi bir üstattan öğrenirken yavaş yavaş çevre edineceksiniz ve işi öğrendiğiniz zaman size güven geldiğinde avukat olduğunuzda zaten o güveni dışarıya verdiğinizde bir şekilde “Ben avukatım.” dediğinizde yavaş yavaş oluşuyor. Müvekkil çevresi de kendiliğinden oluşuyor. Kulaktan kulağa ve sizin doğru emek vermenizle de oluyor. Şunu da söyleyeyim, size biri başvurduğunda biri bir şey sorduğunda sokakta bile ben kendi sitemde çalışan bahçıvan da bana sorduğunda hukuki destek sunarım, taksi şoförü sorduğunda da destek sunarım. Hiçbir şeyden gocunmam. Yani bunu severek yapıyorum. Zamanla bu emekleriniz de size güzel bir şekilde dönüyor.

Diğer yandan mesleği öğrendikçe güven gelecek ve bir şekilde size herkes danışmaya başlayacak. Onun haricinde tabii belirli toplantılara katılmak, takip etmek, konferanslara gitmek, makale yazmak, kendinizi belirli bir dalda güçlendirmek çok önemli. Bir şeyi daha iyi biliyor olmanız lazım. Herkes her şeyi bilemeyeceği gibi, siz de bir şeyi iyi bildiğiniz takdirde o konuyla ilgili destek sunabilirsiniz.

Bir de gerçekten hukukçu kimliğinizi her zaman her yerde taşıyor olacaksınız. Dolayısıyla gocunmadan herkese destek olmak önemli. Onu tekrar tekrar söylerim. Esasında onunla ilgili de komik bir şey söyleniyor. Doktorlar ve avukatlar arasındaki tek fark, avukatlar avukat olduğunu 30 saniye sonunda söylüyormuş. Doktorlar bir dakika dayanıyormuş en azından. Öyle de bir şeyimiz var. Ama onu söylediğinizde de arkasında durmanız lazım. Şu yabancı filmlerde gördüğünüz pro bono denilen şey de bence hem meslekî gururdur hem de hiç fark etmediğiniz yaptığınız bir emek size çok farklı bir şekilde çok farklı bir müvekkil olarak döner. O da emek. Arkadaşlar çalışacaksınız, çalışmadan olmuyor hiçbir şey.

Baha: Avukatlık gibi yoğun bir meslekten arta kalan zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Banu Anıl Antonetti: Benim iki tane de çocuğum var. Bir kere zaten geri kalan zamanımın büyük kısmını onlar dolduruyorlar. Her ne kadar şu anda artık yetişkin olsalar da. Onun haricinde hatta şimdi sayfiye bir yere yerleştim ve orada doğa ile baş başa olmaya özen gösteriyorum.

Ben uzun yıllardır meditasyon ve yoga yapıyorum. Ruh sağlığımız açısından çok gerekli olduğuna inanıyorum. Çünkü dinlemeye ve sürekli saldırı modunda olmayı engellemek açısından bize faydası olduğuna inanıyorum. İnsanın kendini kişisel olarak geliştirmesi çok önemli. Siz kendinizi ne kadar iyi tanırsanız ne kadar geliştirirseniz mesleğinizde de o kadar ilerleyebiliyorsunuz. O yüzden benim avukatlık haricindeki ilgi alanlarım daha çok kendimi geliştirmekle ilgili. Tabi klasik olarak kitap okumak, seyahat etmek. Arkadaşlarla birlikte olmak, çocuklarımla ve ailemle birlikte olmak başlıca hobilerim diyebilirim.

Furkan: Son sorumuza geldik Banu Hanım. 22 yaşındaki Banu Anıl Antonetti ile bugün bir kafede karşılaşsanız ona neler söylersiniz?

Banu Anıl Antonetti: “Her şey çok güzel olacak.” derim.

Furkan: Çok teşekkür ederiz.

Banu Anıl Antonetti: Ben teşekkür ederim. Umarım yardımcı olmuştur.

Furkan: Bizim için çok keyifli oldu.

Baha: Çok teşekkür ederiz.

Banu Anıl Antonetti: Hepinize çok güzel bir kariyer diliyorum.

Furkan: Teşekkür ederiz.

Baha: Sağ olun.

Banu Anıl Antonetti: Ben teşekkür ederim. İyi günler, sağ olun.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir