Kale Grubu Hukuk Bölüm Başkanı Av. Özlem Akyüz Atamer Röportajı

Furkan Berkay Özcan & Baha Hıncal Nazsız

Çocukluk yıllarınıza dair aklınızda kalanları merak ediyoruz. Çocukluğunuz size neleri hatırlatıyor ve eğer Özlem Akyüz Atamer bugün çocukluğunu şekillendirebilseydi neleri farklı yapardı? 

Çocukluğumda babamın memuriyetinden dolayı eğitimimi farklı yerlerde tamamladım. O nedenle de, gittiğim her ortamda yeniden insanlarla tanışmam gerektiğini hatırlıyorum. Çoğu zaman keyifli bir durumdu, yeni insanlar, yeni ortamlar bildiğinizin dışına çıkmayı, gözlem yeteneğinin gelişmesini sağlıyor. 

İlkokul 1. sınıfta hepimiz müzik enstrümanı olarak mandolin çalmayı öğreniyorduk. Ben bu konuda pek iyi sayılmazdım. Mandolini çok güzel çalabilen arkadaşlarımız vardı. Ben ve benim gibi mandolini çalamayan arkadaşlarım bir süre sonra öğrenemediğimize kanaat getirdik ve bıraktık. O zaman vazgeçmemeyi isterdim. Yıllar sonra üniversite son sınıfta gitara başladığımda da, pandemi döneminde de gitara tekrar merhaba dediğimde başta zorlansam da, keyif alarak gitarımla ilgileniyorum. Halen çok anlamlı sesler çıkartıp parçaları tam çalamasam da, arkadaşlarıma sözüm var, o da bir sonraki hedefim.      

Hukuk fakültesini neden tercih ettiniz? Bugün liseden mezun olsanız aynı tercihi yapar mısınız?

Çocukluktan itibaren adil insanlara hayranlığım vardı. Çocukken oyun oynarken oyunu bozan çocuklara karşı,  oyuna müdahale eden bizlerden bir iki yaş büyük çocuklardan adilane tavır sergileyenleri gözlemlemeye bayılırdım. Onlar, oyundaki ihlali ortadan kaldırıp hepimizin tatlılıkla oyuna dönmemizi sağlarlardı. Aile ortamında da, başka bir çocuğun hakkını çiğnememem öğretilmişti. İlerleyen yaşlarda da, hakkaniyetli yaklaşımlar benim en çok dikkat ettiğim insani özellikler arasında oldu. 

Üniversite dönemi yaklaşınca, Hukuk’u, içten içe istesem de sınav gözümü korkutmuştu. Benim sınava girdiğim yıl üniversite sınavı Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) ve Öğrenci Yerleştirme Sınavı (ÖYS) olarak iki aşamadan oluşuyordu. ÖSS sınavı öncesinde bir öğretmenim, istediğin bir fakülte olursa değme o keyfe demişti. Bendeki soru, “ya olmazsa idi”. Öğretmenim “Önce sen nasıl olacağını düşün” demişti. O günden sonra hedefim, ÖSS’yi geçerek Hukuk Fakültesine girmek olmuştu. 

Bugün liseden mezun olsam yine tercihimi, daha geniş perspektiften bakmak kaydıyla Hukuk Fakültesinden yana kullanırdım. 

Avukatlık stajınızı Ankara’nın önemli hukuk bürolarından birinde tamamladınız. Staj döneminiz nasıl geçti? Bugün avukatlık stajını yapan hukukçulara önerileriniz var mı? 

Dolu dolu bir staj dönemi geçirdim. Stajımın gerek adliye, gerekse Hukuk Bürosu aşamalarında daima soru sorabileceğim ve sorularıma zaman ayıran değerli Savcılar, Hakimler, Meslektaşlarımla ve Hocalarımla bir aradaydım. Bu yönden kendimi şanslı görürüm. 

Bürodayken ofise dair her işi yapabilmeyi öğrendim. Bürodaki işlerin kapsamına, hukuki nitelikte stajyer avukatların yapabileceği işlerin yanı sıra, ofise gelen müvekkile çay kahve servisi de dahildi. Bir gün hocalarımdan birine bu durumla ilgili tepkimi dile getirmiştim; “Hocam ben avukat olacağım neden çay kahve servisi yapıyorum” diye sorunca, hocam beni karşısına oturtup “Sen evine gelen misafirine çay kahve ikram etmiyor musun, ileride ofisindesin kimse yok, müvekkilin geldi, ne yapacaksın? “diye sormuştu. Ofiste her işi yapabilmem gerektiğini avukatlığın münferit de yapılması gereken bir iş olduğunu o zaman anlamıştım.   

Halen İstanbul Barosu Kalite Koordinasyon Kurulu Üyeliğim ve Kurulumuzun girişimiyle İstanbul Barosu’nda başlayan gönüllü mentorluk görevim sırasında gözlemlediğim husus, gelecekteki meslektaşlarımızın bir kısmının stajlarının son derece eksik geçmiş olmasıdır. Staj sırasında karşılıklı iletişimle gelişen mesleki çalışma olmadığında, maalesef bir yıllık süre heba oluyor. Devamında da iş hayatında genç meslektaşlarım sürekli zorlanıyorlar. 

Sevgili Meslektaş adaylarıma en önemli önerim, lütfen stajı hakkını vererek geçirsinler. Ofiste her işi yapsınlar, hukuki konularda çok soru sorsunlar, öğrensinler, kendilerine destek olan, zaman ayıran bir avukatın yanında staj yapmıyorlarsa, nasıl kendilerine destek olabilecek meslektaşlara ulaşabilirler onu araştırsınlar. Gerçek anlamda staj yaptıklarında o bir yıl, hayatlarında fark yaratabilir.  

Birleşik Krallık’ta eğitim programına katıldınız, yurt dışında edindiğiniz tecrübenin ne gibi mesleki katkıları oldu? Ayrıca Penn State Üniversitesinin profesörleri tarafından verilen eğitim programına da katıldınız. Farklı bir hukuk sisteminden gelen akademisyenlerden aldığınız bu eğitimin avukatlık kariyerinize olan etkisinden bahseder misiniz?

Her iki programa da avukat olarak çalışmaya başladıktan sonra katıldım. 

Londra’daki ilk gözlemim insanların sadece kişilikleriyle var olabilmesiydi. Elbette herkesin bir işi vardı. Ancak, bu kimseyi Avukat Özlem haline getirmiyordu. Mesleki sıfatlarımız sadece adli süreçlerde devreye giriyordu ya da benim gibi duruşmaya izleyici olarak girmek istediğinizde hızlandırıcı etki yapıyordu. 

Londra’dayken özellikle duruşmaları mahkeme salonunda izlemek istemiştim. Ancak, duruşma salonuna girecek izleyici sayısı sınırlı idi. Duruşmaya girebilmem için görüştüğüm kişi, neden girmek istediğimi sorduğunda, İstanbul’da avukatlık yaptığımı, merak ettiğim için duruşmayı izlemek istediğimi söylediğimde hiç bekletmeden kabul etmişti. Duruşma salonuna geçince benim gibi tüm izleyicilere nasıl davranmamız gerektiği anlatılmıştı. Yargıya ve avukatlara çok net saygı vardı. İlk kez çapraz sorgulamayı Londra’da görmüştüm. Benim katıldığım tek bir dosyanın duruşması iki saate yakın sürmüştü. Adaletin tecellisi için taraf vekilleri ciddi bir hukuk mücadelesi vermişti. Bizde bir günlük duruşmalı dava sayısını düşününce o zamanlar bile böyle bir yargılamanın gerçekleşmesinin ne kadar zor olduğunu üzülerek fark etmiştim. 

Zaman zaman bazı meslektaşlarımız duruşmalarda karşılıklı dosyamız var diye selam bile vermezken, Penn State’deki profesörlerimizden oldukça ateşli fikir ayrılıklarından sonra tartışmanın şahsileştirilmemesinin nasıl da fark yarattığını öğrendim. Derste tartışma ortamı oluşturularak fikir alışverişiyle bir eğitim aldırtıldığında kişilikler değil, fikirler çarpışıyordu. En sevdiğim nokta, hiçbir fikir tartışması insanın kişiliğinin önüne geçmiyordu. O nedenle de, harika bir saygı ve samimiyet vardı.   

Profesörler müzakere ortamı oluşturduğundan derste sürekli aktif olmak zorundaydık. Bir konuyu tartışabilmek için öncesinde mutlaka hazırlıklı olmak gerekiyordu. Eğer işiniz çıktı ve o günkü konuya hazırlanamadıysanız, tamamen dersin dışında kalıyordunuz. İlginç olan diğer husus, profesörler derste tartışmaya katılmayana neden katılmadığını sormuyordu. Bu durum dikkatimi çekmişti. Sorduğumda bu bir yetişkin eğitimi, ilerlemek isteyenin sorumluluğunu alması gerektiğini paylaşmışlardı. Eğitim sayesinde Amerikan Hukuku’na dair tüm bakışım değişti ve işlerimdeki tüm uygulamam benim için anlaşılır hal aldı. Aldığım eğitim sonrasında Amerikan Hukuku’na dair gelen soruları nedenlerini bilerek değerlendirip anlatabilir oldum.   

Çeyrek asra yakın bir süredir yapı ürünleri alanında dünyanın önde gelen şirketlerinden Kale Grubunda çalışıyorsunuz. Köklü ve kurumsal bir şirkette çalışmanın size kattıklarından bahseder misiniz? Kurum kültürü bir avukatın çalışma şartlarını nasıl şekillendiriyor?

Köklü bir yapıda yer almanın en büyük avantajı her bireyin hukuka dair bir farkındalığının olmasıdır. Kurucumuz rahmetli Dr.(h.c.) İbrahim Bodur Beyefendi hukuki konulara en üst seviyede önem verdiğinden, bu yaklaşım genel teamüldü. İşe başladığımda tek kadın avukattım. Başlangıçta çok genç bulanlar, iş konusunda tereddütle yaklaşanlar oldu. İlerleyen zamanda iş yerindeki kıdemli yürekler yaşımla değil, yaptığım işle ilgilenir oldular. Kale Grubunda hukuki konulara en üst seviyede önem verilmesi yaklaşımı süreklilik taşıyor. Kale Grubu Başkanımız Zeynep Bodur Okyay ve Teknik Grup Başkanımız Osman Okyay sayesinde Grubumuzda hukuka değebilecek her iş mutlaka hukuki incelemeden geçer. Böylelikle daha tedbirli ve bilerek ilerleme şansımız olur. 

Hukuk, kurallar manzumesi olduğundan sanki ticareti engeller algısı olabilse de, aslolan iş hayatı ile hukukun beraber hareket edebilmesidir. Büyük bir Grupta özellikle Holding çatısı altında faaliyet gösterirken hukukun iş hayatıyla birlikte eşgüdümlü gitmesi gerekliliği, en temel bakış açısı farklılığımdır. Şirketlerimizin önüne bariyer olmak yerine, işbirliği kültürünün yaygınlaştığı hukuk kültürünü yaşamak gerçekten güzel. Eğer, bir kurumda Hukukla beraber hareket etme algısı yoksa, avukat olarak o ortamda çalışmak eziyete döner. Öncelikle Hukuk kurallarına uyumun net olarak algılanması gerekir.  

Günümüzde Kale Grup gibi kurumsal şirketlerde çalışmak isteyen hukuk fakültesi öğrencilerinin ve stajyer avukatların hangi yönlerini geliştirmelerini önerirsiniz?

Şirketlerin en temelinden Şirketler Hukuku, Ticaret Hukuku, Rekabet Hukuku, Borçlar Hukuku (sözleşmeler) alanları geldiğinden bunlar ilk göze çarpan alanlar. SPK, KVKK, elektronik ticaret, dijitalleşen dünyadaki şirketlerin ihtiyaçları ve uluslararası ticaretin değişen dinamikleri, tedarik zinciri süreçlerindeki güvenli hareketin nasıl sağlanabileceği de ayrıca dikkat edilmesi gereken hususlar. 

Elbette yabancı dil, özelikle İngilizce olmazsa olmaz. Yanında bir başka yabancı dil daha olursa o da ideal, bakış açısını zenginleştirir. Kurumsal şirketler aynı zamanda çok uluslu bir yapıyı, müşterileri, tedarikçileri ve kurduğu işbirlikleri ile beraberinde getirdiğinden yabancı dille meslektaşlarımızın doğrudan, bir başkasına ihtiyaç duymadan iletişim kurabilmeleri son derece önemli. 

Bir de değişen dünyada iletişim becerilerine duyulan ihtiyacı artmaktadır; duyarlılık, iletişim, doğru zamanda adım atma, gözlem yeteneği, ekip çalışması ve empati yeteneklerini geliştirmeleri fark yaratır. Şimdiden okullardaki kulüp çalışmaları, sivil toplum kuruluşlarındaki faaliyetleri, mümkün olduğunca STK’lar kanalıyla verilen eğitim programlarından alabilecekleri destekle kişisel ve mesleki eğitimlerine devam etmelerinde yarar var.  

Ayrıca, hangi yaşta olursak olalım eğitimin süreklilik taşıdığını bilerek ilerlemek fark yaratır. 

100’ün üzerinde ülkede müşterisi bulunan bir şirketin hukuk departmanında çalışıyorsunuz. Farklı ülkelerden insanlarla ve hukuk sistemleriyle çalışmanın avantaj ve dezavantajlarından bahseder misiniz? 

Farklılıkların doğru değerlendirildiğinde fark yarattığına, kültürleri birbirine yaklaştırdığına inanırım. Değişen hareketli bir ortam çok ciddi bir gelişim avantajı sağlıyor. Nerede, nasıl hareket edildiğini anlamak öncesinde o ülkeyi araştırmak son derece kritik. Ülkenin hukuk sistemini, hassasiyetlerini bilmek, akabinde de ülkenin kültürel şartlarına özen göstermek işinizi kolaylaştırıyor. 

Öncelikle yabancı ülkeden bir temsilci ile iş yaparken, gerek ülkemize geldiklerinde, gerekse biz gitmeden önce o ülkenin dilinde, merhaba ve teşekkür ederim, demeyi öğrenirim. 

Birbirine yakın hukuk sistemleri avantaj olsa da, Fransa ve Cezayir gibi, her ülkenin farklılaşan unsurları olduğunu da bilerek ilerlemek gerekiyor. 

Dezavantajının farklı kıtalarda ve denizaşırı ülkelerde saat farkı olduğunu belirtmeliyim. Özellikle bazı yurt dışı seyahatlerinde, ülke saatimizin 3 saat ileride olması, yorucu olabiliyor. Tabii yemek saatini de eklemeliyim, yoğun geçen bir günün ardından Türkiye saatine göre 11’de yemek yemek de diğer nokta. Amerikalı meslektaşlarımızla genelde 8 saatlik farkı ayarlamaya çalışsak da, gece yarısına denk gelebilen görüşmelerimiz olası. 

Ancak, tüm bunlar çok uluslu yapılarda, farklı coğrafyaların bir araya gelmesi olduğunda memnuniyetle gözardı edilebiliyor.

Hukuk, risklerin ve krizlerin başat unsur olduğu bir disiplin. Geçmişten bugüne iş hayatınızda riskler almanızı gerektiren durumlarla ve krizlerle karşı karşıya kaldığınız anlar olduğunu tahmin ediyoruz. Risk almaya ve krizlerle başa çıkmaya dair öğrendiğiniz önemli hayat dersleri neler?

Geçmişte bazen hayat tecrübesi fazla insanların uyarılarını ya da söylediklerini sorgulamadan kabul edip gereğini yapmak gibi hatalarım olmuştu. Sonrasında her söylenenin iyiniyet içermeyebileceğini, bana söylenen her sözü ilgilisine sormam gerektiğini öğrendim. Açık iletişim en büyük avantajım oldu. 

Risklerle ve krizlerle mücadele ederken tüm ilgilileri aynı bilgi düzeyine getirmeye özen getiririm. Parça parça gelen bilgi ile bütünsel resmi görmek olası değil. O nedenle, Hukuk olarak bize gelen bilgilerin de, bizim aktardığımız bilgilerin de derli toplu olmasını önemserim. Ortak bilgi birikimi olmadan verilecek her karar eksik olacaktır. Bazen bilgi alabilmek, anlayabilmek için fazla soru sorarım, amacım doğru anlayabilmek, olanı tespit edebilmektir. Doğru teşhisi koyabilirsek, doğru hukuki çözümü sağlarız.  

Türkiye’deki hukukçuların çoğu İngilizce, Fransızca, Almanca gibi dillere odaklanırken siz, İngilizcenin yanında, İspanyolca da öğrendiniz. Meslek hayatınızda İspanyolcayı kullanıyor musunuz? Güney Amerika ülkeleri ve Karayipler ile son yıllarda artan ilişkilerin İspanyolcanın Türkiye’deki önemini artıracağını, yeni iş imkanları yaratacağını düşünüyor musunuz?

İlk öğrendiğim dönemde İspanyolcayı kullanmıştım. Öğrenme motivasyonuma o dönemdeki Grubumuzun bir ortaklığı vesile olmuştu. Bugünlerde şimdilik seyrek olsa da, İspanyolcayı kullanımın daha da artacağına eminim. Halen sık kullanmasam da, iş için İtalya’ya gittiğimde İspanyolca’dan uyarlama yaparak taksicilerle anlaşabiliyorum. 

Güney Amerika ülkeleriyle, akreditifli ödemeler ve sigorta avantajı nedeniyle ticaret ve iş birliklerinin artacağına inanıyorum. O ülkeler, İspanyolca ile iletişim kurmayı tercih ettiklerinden ülkemizde de İspanyolca konuşabilmek mesleki anlamda da fark yaratacaktır. 

Bugün için kurduğunuz bütün hayalleri gerçekleştirdiniz mi? “Gelecek”ten beklentileriniz var mı?

Gerçekleştirdiğim hayallerim kadar, hâlâ gerçekleştirmek için uğraştığım hayallerim var. 

Hukuku günlük dile uyarlayarak, meslek dışı profesyonellerin anlayabilmesine yönelik eğitimler için bir çabam var. 

Gelecekten mesleki olarak en büyük beklentim, bunca yıl edindiğim mesleki birikimlerimle gerek linkedin üzerinden arkadaşlarımla ilerleyen Kuzey Yıldızı Projesinde, gerekse İstanbul Barosu Mentorluk Programında daha çok genç meslektaşıma gönüllü olarak destek verebilmek, onlara yol arkadaşlığı yaparak küçük bir kapı aralayabilmek. 

Görmeyi en çok istediğiniz tarihi yapılar, müzeler ve doğal güzellikler neler? 

Ülkemizden Göbeklitepe’yi merak ediyorum, ilk yaşamın şekillendiği yerde olabilmek heyecan verici. Göbeklitepe’yle ilgili kitapları okudukça merakım gitgide artıyor.  

Yurtdışından da İnka ve Maya Tapınakları, yaşam tarzları itibariyle görmek istediğim yerlerden.  

Maya Piramitlerini de ziyaret etmek istiyorum. Özellikle de “El Castillo” Piramidi bir piramidin içinden bir başka piramidin çıkması matruşka gibi olması görülmeye değer. 

Kariyeriniz boyunca umutsuzluğa düştüğünüz ve her şeyi bırakıp gitmeyi düşündüğünüz anlar oldu mu? Olduysa, bu anları nasıl aştınız? Bugünlerde bu gibi hisleri tecrübe eden meslektaşlarınıza tavsiyeleriniz var mı?

Dönem dönem oldu. Böyle anlarda konuşmam sadece yazardım, yaşadığım sorunu, duygularımı, umutsuzluklarımı yazardım. Ardından çıkar yürürdüm. Yazdıklarıma tekrar ancak ertesi gün bakardım.

O sırada azmini çok takdir ettiğim Helen Keller’ı hatırlardım. Helen Keller, 1880‘de doğmuş ve bebeklikten itibaren kör, sağır, dilsiz olan Amerikalı bir pedagog, “Her Şey Su ile Başladı” kitabında kendi mücadelesini anlatır. Helen, vazgeçmeden yeniden devam etmemde itici gücüm olur. 

İş yerindeki çalışma masamda da beni ayakta tutan birkaç söz yazar, bunlardan biri “Her gün yaşamın minyatür uygulaması. Günlerini nasıl yaşarsan yaşamınını da öyle yaşarsın. Tek bir günü bile boşa harcama!”.

Duygular gelip geçicidir. Önemli olan duyguların vermek istedikleri mesajı alabilmek. Duyguyu sahiplenmemek aslolan. Kelimelerime özen gösteririm, olumsuz ifadelerden kaçınırım. Beynimiz söylediklerimizi gerçek kılmak için “emret sahip” diyerek yola çıkar. Çok umutsuzum, yerine bugün içimi bir umutsuzluk kapladı derim, böylece kalıcı olmadığını bilirim.   

22 yaşındaki Özlem Akyüz Atamer ile bugün karşılaşsanız ona neler söylersiniz?

Üniversitedeyken yaptıklarına devam, ama o gidemediğin interrail yolculuğu var ya, haydi ona git derdim. 

Öğrenciyken ülkeni dolaştığın gibi çalışıp gezerek yurt dışı tecrübesi de edin, onları hayatına o yaştaki gözleminle dahil et derdim. 

Yaşadığın zorlukların üstesinden gelirken kendine fazla yüklenme, hayatın bir akışı var, sadece elinden geleni kontrol edersin, elinden gelene odaklan, gerisi seni aşar derdim. 

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir