Furkan Berkay Özcan & Baha Hıncal Nazsız
Yetiştiğiniz çevreyi merak ediyoruz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Bugün çocukluğunuzu şekillendirme gibi bir fırsatınız olsaydı, nelerin değişmesini isterdiniz?
Beş kardeşin en küçüğü olarak büyüdüm ancak kardeşlerimle aramdaki yaş farkı büyük olduğu için 9-10 yaşlarımdan itibaren neredeyse tek çocuk olarak kaldım. Babam çok çalışkan ve zeki bir insandı ve hem annem hem babam sevgisini ve hayat deneyimlerini bana ve bütün kardeşlerime ellerinden geldiği kadar aktardılar. Mutlu ve iyi bir çocukluk yaşadım. Bir şeyleri değiştirme şansım olsaydı kardeşlerimle daha çok zaman geçirebilmiş olmayı dilerdim. Bir de babamın hala hayatta olmasını dilerdim. Bu yıl 50. yaşımı bitireceğim ve hala babamdan öğrenecek çok şeyimin olduğunu düşünüyorum.
13 yaşınızda gitar çalarak başladığınız müzik yolculuğunuz neredeyse kırk yıldır devam ediyor. Bugün sahneye çıkarken nasıl hissediyorsunuz? Bu yolculuğa devam etmenizin arkasındaki motivasyon nedir?
Bu kadar yıl içinde müziğin ve müzik sektörünün neredeyse her köşesinde bulundum. Zaman zaman kendimi farklı alanlarda denemek için, zaman zaman da mecburen prodüktörlük, gitaristlik, şarkı yazarlığı, yorumculuk, plak şirketi sahipliği, Film/TV müziği bestecisi olarak çalıştım. Her bulunduğum alanda da severek iyi şeyler yapmaya çalıştım. Tek bir alanda sürekli üretimler yapmak nedense sıkıcı geldi hep. Sanıyorum devam etmemdeki en büyük etken kendimi geliştirme çabam oldu. Artık çok hissetmesem de, sürekli daha iyi olmak istediğimi hatırlıyorum. Her yeni yaptığım şeyin bir öncekinden daha iyi olması için kendimi geliştirdim. Başarılı olmanın sağladığı hayat tarzını da çok sevdim, bu da benim için büyük bir motivasyon kaynağıydı. Beğenilmek, sevilmek, saygı duyulmak, insanların hayatlarına dokunmak, umut vermek ve bütün bunlara layık olmaya çalışmak motivasyonumun başlıca kaynaklarıydı. Toplum içinde temsil ettiğim konuma hizmet etmek benim için en önemli amaçtı.
Bilkent Üniversitesinde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenim gördünüz. Bugünkü kariyerinizi düşündüğünüzde, orada geçirdiğiniz yıllar size neler kattı?
Üniversite yıllarımı genelde müzik bölümünde geçirdim. İngiliz edebiyatını çok seviyordum ama bölümdeki arkadaşlıklar beni müzik bölümündeki dostluklar kadar tatmin etmiyordu. Ayrıca Pentagram’ın bas gitaristi Tarkan Gözübüyük ile de okulun ilk yılında tanışmıştık ve o günden sonra yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Her gün deliler gibi sabahlara kadar çalıp, müzik yazıyorduk. Müzikal gelişimimde katkısı çoktur Tarkan’ın. Aile evinden uzak, kafa dengi dostlarla büyürken insanın ruhu özgün bir şekilde gelişiyor ve karakteri güçleniyor. O yıllarda kurulan dostluklar da ömür boyu sürer, ikinci bir aile gibi olur. Tarkan Gözübüyük, Alp Turaç ve tüm Pentagram üyeleri bu nedenle kardeşlerim kadar yakındır bana.
Röportajlarınızda ailenizden ve özellikle de babanızdan bahsettiğinizi, “aile” kavramının sizin için önemli olduğunu görüyoruz. Peki kendi çocuğunuzu yetiştirirken nelere dikkat ediyorsunuz? Sizce Atlas’ın bu hayatta öğrenmesi gereken öncelikli ders nedir?
Özgüven… Sağlıklı ve kaynağı doğru bir özgüven insanın sahip olacağı en büyük donanımdır. Ne istediğini, ne olduğunu, neye ihtiyacın olduğunu doğru bir şekilde sorgulayıp tanımlamak için şarttır. Sağlıklı bir özgüven kendi hayatının dizginlerini kendin tutmanı ve doğru yönde ilerlemeni sağlar. Bunun arkasından gelen bir sürü başka dersler de var tabii, saygı, öz-saygı, sevmeyi bilmek, alçak gönüllülük, sakinlik, sağlık vs…
Wannart’a verdiğiniz bir röportajda bir albüm içinde birçok karar merci olduğundan ve herkesin sürece karıştığından bahsediyorsunuz. Bu aslında birçok sanat dalı için söylenebilir, örneğin Godfather filminde Coppola’nın kendi fikirlerini kabul ettirme süreci gibi. Peki sizce bu durum nasıl aşılabilir? Özellikle genç bir müzisyen, şarkısına “karışan” kişilerin fikirlerini nasıl bir filtreden geçirmeli?
Büyük çaplı ve ticari beklentisi olan işlerde bu konu aşılamaz. Buradaki asıl sorun işin kime ait olduğunu en baştan belirlemektir. İş aslında kime aitse son söz onda olmalıdır. Yani, film yapım şirketinin ise son söz onda, yönetmenin ise de son söz yönetmendedir. Müzikte de sanatçı plak şirketi tarafından keşfedilmiş ve albüm yine şirket tarafından üstleniliyorsa son söz ordadır ama… ki bu büyük bir “ama”. Plak şirketi kendini halihazırda var etmiş bir sanatçıya bir teklif ile gidiyorsa son söz sanatçıda olmalıdır çünkü sanatçı kendisi, izleyicisi ve kariyeri için doğru olanı zaten biliyordur. Eğer şirket burada mutabık kalmazsa başka bir sanatçıyla çalışmalıdır. Kolektif yaratım süreci de olabildiğince demokratik olmalı. Örneğin Pentagram üretim süreci ile benim solo kariyerimdeki üretim süreci aynı değil. Kendi işlerimde son söz bendedir ama Pentagram gibi başarılı kolektif oluşumlarda oy birliği olmalıdır yoksa o oluşum kısa soluklu olur.
Ayşe Arman’a verdiğiniz röportajda “bayağı hırslı ve amaçlı” olduğunuzdan bahsediyorsunuz. Bunun yanında, Sound Atölye programında “metronomla uyuduğunuzu” duyduğumuzda, bu sözün pratik dünyadaki karşılığı çok daha iyi anlaşılabiliyor.
Peki bu yoldaki zorluklarla nasıl başa çıkıyorsunuz? Hayatımızı derinden sarsan, amaçlarımızı sorgulatan olaylar karşısında pozisyon alırken izlediğiniz bir yol var mı?
Bir işe başlarken o işin asıl amacını çok iyi tarif etmek gerekiyor. Derin bir yaratıcılık sonucunda sanatsal tarafı ağır basacağı bilinen bir işi yolun yarısında ticari bir işe çevirme çabası ciddi bir felakete yol açar. Aynı zamanda ticari sebepler ve amaç için başlanmış bir işi yolun yarısında sanatsal yönü ağır bir tarafa çekmeye çalışmak da yine kötü bir sonuç doğurur. Her yaratıcı sürecin tanımı ve amacı baştan net bir şekilde konursa ve bu sonuca olan odaklanmadan sapılmazsa başarı büyük ölçüde muhtemeldir. Amaca ulaşmak için ne gerekiyorsa yapmak gerekir ama bu kesinlikle kanunsuz, etik olmayan ve husumeti yanında getiren yollar geçerli demek değildir! Zorluk her zaman her yerde başınıza gelebilir. Bu doğaldır. Eğer hiçbir zorlukla karşılaşmayacağınız gibi bir beklentiniz varsa hemen vazgeçin bu beklentiden, açıkçası hiçbir şey yapamazsınız, hiçbir işiniz sona ermez. Bunu baştan kabul edip bir gözünüz attığınız adımda, diğeri de hedefinizde olmalı. “Kusursuzluk” bir fantezidir ve gerçek değildir, kusursuzu ve mükemmeli arama çabanızdan hemen vazgeçin. Bilgi, dış veriler, zaman yönetimi, çalışma disiplini, dinlenme süreçleri ve bunlar gibi bir çok konuda kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. O zaman zorluklar daha kolay aşılır veya zorlukları aşma ihtimalimiz artar.
Kariyerinize baktığımızda çok geniş bir spektrumda şarkılar yazdığınızı fark ediyoruz. Kimi zaman Pentagram’ın sert mi sert şarkılarıyla, kimi zaman da Aşktan Öte gibi romantik bir şarkıyla dinleyenlerinize sesleniyorsunuz. “Müzisyenin her şarkısı çocuğu gibidir.” belki ancak, sizce sizi en iyi anlatan döneminiz nedir?
Farklı dönemlerde ürettiğim farklı tarzlardaki şarkı veya albümler o dönemlerde içinde bulunduğum ruh halini anlatıyor. 2004 İstanbul, Ateş Yağmurunda Çırılçıplak, Aşktan Öte, Rüzgar veya Hayat Nedir’e baktığınızda birbirinden farklı birçok Demir görürsünüz. Hayat kendini arayıp, bulma süreci ise bu şarkılar da bu sürecin soundtrack’idir.
Birçok genç müzisyen beste yapıyor, bu yolda kimi zaman deneme, yanılma ile yeni metotlar deniyor. Beste yapmanın “sizce” bir metodu var mı? Beste yapma sürecinde sıkça yapılan hatalar sizce neler?
Şarkı yazmanın veya müzik bestelemenin tabii ki metotları var. Bunlara ulaşmak da oldukça kolay. Özellikle şarkı yazma konusunda Berklee College of Music çok iyi workshoplar yapıyor ve oldukça faydalı kitaplar yayınlıyor. Metodu öğrenin, uygulayın ama bağlı kalmayın, bağımlısı olmayın. Üretim sürecini anlamak için veya bir sıçrama tahtası olarak kullanmak için metot bilmek yardımcı olur ama iç dünyanızdaki eksikleri, yaratıcılığınızdaki sorunları çözmez. İç dünyanızı anlamak, benimsemek, kabul etmek, dürüstçe dışarıya vurmak kolay değildir. Bunu başarıyla becermek üretenin en büyük kazanımıdır.
Amerika’da müzik öğrenimi gördünüz ve birkaç senedir de orada yaşıyorsunuz. Amerika’nın hayata ve müziğe bakış açınız üzerinde ne gibi etkileri oldu?
Müzik piyasasını anlamak, batılı zihnin yapısal kurgusunu anlamak önemli. İçinde bulunduğumuz müzik sektörünün kurucusu batıdır ve bunu kuran zihni anlamak gerekir. Bu konuyu çözüp öğrenmem, içselleştirmem bir müzik profesyoneli olarak başarılı bir kariyere sahip olma ihtimalimi büyüttü.
Demir Demirkan bugün aynı hayatı yaşayacağını bilse, tekrar dünyaya gelmek ister miydi? Hayatınızda değiştirmek istediğiniz bir şey var mı?
Bu soruyu sormak için biraz erken, daha yapacak çok şey var. Bunu yıllar sonra tekrar konuşalım 🙂
22 yaşındaki Demir Demirkan’la bugün bir kafede karşılaşsanız, ona neler söylersiniz?
Biraz daha sakin ve sabırlı olmasını söylerdim. 22 yaşımda Los Angeles’da yaşıyordum ve sorumlukları çok olmayan harika ve sade bir hayatım vardı. Bu hayatın sonsuza kadar sürmeyeceğini ve onu daha güzel şeylerin beklediğini anlatırdım ve sabırlı olmasını tavsiye ederdim. Zaten o zamanlarda da büyük bir tutkuyla çalışırdım, orada bir sorun yok. Bir de aileme özellikle de anneme, babama daha çok zaman ayırmasını tavsiye ederdim.
Müzikal yolculuğunu çocukluğumdan bu yana takip ettiğim ve bir çok kez ilham aldığım bir sanatçı Demir Demirkan. Çok büyük saygı duyuyorum. Mükemmeli aramak ve sanat – ticaret ilişkisi adına yorumlarının ihtiyacı olan herkese ulaşmasını isterim.Uzun, sağlıklı ve müzik dolu bir ömür diliyorum. İyi ki varsın