1978 yılında doğan Hande Karakülah, Ankara Atatürk Anadolu Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Yüksek lisansını Avrupa Birliği Hukuku alanında yapan Hande, avukatlık kariyerine 2001 yılında Şanver & Esin Hukuk Bürosunda başlamıştır. Daha sonra ortağı olduğu ADMD Hukuk Bürosunda serbest avukatlık, British American Tobacco Türkiye’de ise hukuk müşavirliği yapmış, ardından 10 yıl Avon’un da bir parçası olduğu Natura&Co’nun Türkiye, Orta Doğu ve Afrika bölgesinin Baş Hukuk Müşaviri olarak çalışmıştır. Hande şu anda L’Oreal Türkiye’nin Hukuk ve Bilim Direktörü olarak kariyerine devam etmektedir.
Hande’nin üniversitede öğrenci arkadaşlarıyla kurduğu Genç Hukukçular Kulubü deneyimiyle başlayan sivil toplum macerası yıllar içinde bir çok sivil toplum örgütünde, farklı kademe ve rollerde devam etmiştir. Arı Hareketi bünyesindeki Genç Arı oluşumu üyeliği ve Başkan Yardımcılığı görevleri Kemal Derviş’in kurduğu Ekonomi ve Dış Politika (EDP) Forumunda Genel Sekreterlik rolüne seçilmesinin yolunu açmış, bu sayede Türkiye’nin Avrupa Birliği ideali için çalışma fırsatı bulmuştur.
Halen Ekonomi ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi ve Şeffalık Derneği üyesi, Bir Adım Var Vakfı gönüllüsüdür. SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin kurucu üyesi ve Yönetim Kurulu üyesi olan Hande, başta kadınlarla ilgili olanlar olmak üzere her türlü ilerici, sivil inisiyatifin destekçisi olmaya çabalar, tıpkı Alp’e iyi bir anne ve tüm sevdiklerine iyi bir yol arkadaşı olmaya çabaladığı gibi.
Furkan: Bir Günde Değil’den herkese merhabalar. Bugünkü konuğumuz L’Oréal Türkiye Hukuk ve Bilim Direktörü Avukat Hande Karakülah. Hande Hanım hoş geldiniz.
Hande Karakülah: Hoş bulduk. Çok teşekkür ederim Berkay.
Furkan: İsterseniz hemen ilk sorumuzla başlayabiliriz.
Hande Karakülah: Tabii.
Furkan: Çocukluk insanın üzerinde büyük etkiler bırakan bir evre. Siz nasıl bir çocukluk geçirdiniz ve bugünkü kariyerinize ulaşmanızda çocuğunuzun size ne gibi katkıları oldu?
Hande Karakülah: Çok klişe olacak ama çok güzel, çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Mühendis bir baba, öğretmen bir annenin kızıyım. İlk torunum, babaannem üstüme titreyerek, şımartarak büyütmüş. Dolayısıyla sevilen, Ankaralı, orta sınıf ailesi. Eğitime önem veren bir ailede büyüdüm.
Kariyerime etkisi, tabii sadece kariyerime değil, çocukluk kişiliğinizin en büyük yapı taşlarından biri. Kişiliğime çok büyük etkisi oldu. Ben, Ankara’da büyümüş olmanın bana daha gerçekçi, daha samimi, daha küçük ortamda yetişmiş olmanın, ilişkilerin daha sıcak, samimi olduğu bir ortamda yetişmiş olmanın güven verdiğini düşünüyorum. Özgüven kazanmamda, hayattaki cesaretimde etkisi olduğunu düşünüyorum. Ve tabii kariyerime de etkileri oldu.
Ailede biz iki kız kardeşiz. Babam ikimizi de son derece özgüvenli yetiştirdi. Ayaklarımızın üzerinde durabilen, bağımsız, kendi küçük gemilerinin kaptanı olarak yetiştirdi. Tabii ki bunun kariyerimde etkisi büyük oldu. Çok erkek egemen dünyalarda da var olurken kendimi hiçbir şekilde bir ayrımcılığa maruz bırakmadım, izin vermedim. Sanıyorum bunların hepsi yetiştirilmemizdeki etkiden, bize verilen sevgiden, değerden ve güvenden beslendi.
Baha: Köklü ve önde gelen bir lisede eğitim gördünüz. Profesyonel hayata hazırlanma bakımından lise eğitiminiz size neler kattı?
Hande Karakülah: Evet, orada da oldukça şanslıydım. Ben, Ankara Atatürk Anadolu Lisesi 95 yılı mezunuyum. Gururla taşıdığım bir okulum var. Tabii ki sadece kendi okulum için söylemeyeyim. Anadolu liseleri bu ülkede bütün mezunlarına, daha doğrusu bütün gençlere, fırsat eşitliği anlamında muazzam pozitif etkileri olan yapılar. Anadolu liseleri sadece Ankara’da değil, Türkiye’nin her yerinde, koleje gitme lüksü ve şansına sahip olmayan ama eğitime önem veren, okumak isteyen akıllı çocukların, gençlerin tıpkı dünyanın diğer bütün ülkelerindeki kaliteli okullar seviyesinde sağlam bir eğitime sahip olmasını sağlayan ve bence şu anda, bugünün 2022 Türkiye’sinin de çok sağlam yapı taşlarından bir tanesiydi. Sanıyorum şu anda eskisi kadar etkili değiller. Fakat ben Anadolu liselerinin eski gücüne kavuşturulmasının yine fırsat eşitliği anlamında bütün gençlerimize çok önemli bir şans vereceğini düşünüyorum.
O anlamda kendi okulum özelinde de, tabii ki Ankara’nın hatta Türkiye’nin en iyi okullarından biri, öğretmenlerimizin her biri çok değerliydi, her biri üstümüze titredi. Kredili sistem vesaire gibi birçok konuda biz pilot okul olduğumuz için bazı konularda daha erken uygulamalara ev sahipliği yaptık. Dolayısıyla bunların şansını yaşadık. Ben liseden beş dönemde mezun oldum mesela. Daha sonra maalesef bu uygulama ortadan kalktı. Fakat o sayede altıncı dönem yani lise sonun son dönemi çok verimli bir üniversiteye hazırlanma fırsatım oldu, örnek olarak söyleyeyim.
Sadece Anadolu lisesi değil, hatta bunu da söyleyeyim; ben Anadolu lisesi, üstüne İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesi, üzerine de Marmara Üniversitesinde yüksek lisans yaptım ve ertesi gün ilk işime başladım. Yüksek lisansın son sınavından çıktığım günün ertesi günü maaş almaya başlayacağım ilk işime girdim. O güne kadar tamamen devletin okuttuğu, eğittiği bir birey olarak, yani bugün geri dönüp baktığımda ve hâlâ yaptığım her şeyde devletime olan borcumu iliklerime kadar hissedip topluma bunu fazlasıyla vermek için çaba sarf ediyorum.
Dediğim gibi, ben kendi adıma söyleyeyim, 2000 yılında üniversiteden mezun olduğumda, hatta 2001’de yüksek lisans derslerimi tamamladığımda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetiştirdiği, ailesinin bir üzerine yatırım yapmadığı ve dünyadaki bütün yaşıtlarıyla rekabet edecek bilgiye, eğitime, yabancı dile sahip pırıl pırıl genç bir hukuk fakültesi mezunu olarak hayata atıldım ve tamamen devletimin bir meyvesi olarak atıldım. Bunu da gururla her yerde söylüyorum. Topluma da bu borcumu ödemek için ömrüm boyunca elimden geleni yapıyorum.
Furkan: Peki, hukuk fakültesini tercih etme sebebiniz neydi? Hayaliniz bu yönde miydi, yoksa bu sonradan oluşan bir tercih mi oldu?
Hande Karakülah: Bu çok bariz bir seçimmiş aslında ama ben birazcık geç uyandım. Bilmiyorum sizler nasılsınız; ama yıllar içerisinde de birlikte çalıştığım meslektaşlarıma çoğunlukla sormuşumdur bu soruyu. Hepsinde de cevap %90 oranında aynı. “Neden avukat oldun?” dediğimde “Ya ben haksızlığa hiç gelemem!” cevabını alırım genelde. Aynı şey benim için de geçerli.
Bir kere bizim adalet bir değerimiz. Adalet çok çok önemli, vazgeçilemez değerimiz. Haksızlığa gelememek, haklının peşinde olmak; bizi ilgilendirmeyen konularda bile… Ben oyuncusu olmadığım bir körebede dahi haksızlık yapılıyorsa ona müdahale etmek zorunda hissederdim çocukken kendimi. Böyle çok barizmiş aslında fakat öte yandan da babama olan hayranlığım, sebebiyle de -babam bilgisayar mühendisi- “Bir şekilde mühendis olacağım.”, matematik-fen öğrencisiyim.
Akşamları yatıyorum, tabii sizin yaşınız mümkün değil yetmez ama Googlelarsanız belki bulursunuz. Efsane bir avukatlık dizisi vardı, CNBC-e diye müthiş bir kanal vardı. Neyse oralara girmeyeyim. Ally McBeal diye bir dizi var. Ally McBeal izliyorum, fişek gibi genç bir avukat böyle yaşlı başlı, kerli ferli erkek avukatlara meydan okuyor, o davaları kazanıyor, ofiste romantik anlar… Muazzam bir hikâye. Matematik fen biyoloji testi çözüyorum. Yatağa yatıyorum, Ally McBeal olduğumu hayal ediyorum falan.
Böyle günlerden bir tanesinde sabah okula gittim ve müdür muavinine dedim ki “Ben matematik fen sınıfından sosyal sınıfına geçmek istiyorum.” Şaşırdı, Allah rahmet eylesin, Abdurrahman Hocam. “Ne oluyor?” falan dedi. “Ben avukat olmak istiyorum.” dedim. “E aklın neredeydi kızım!” falan, kızdı ilk önce. Çünkü mezun olmamıza da gerçekten çok az vardı, lise sonun başı sanıyorum. Zaten beş dönem okuyoruz. Yani okuldaki son dönemim yanlış hatırlamıyorsam. Belki de bir önceki. Babamı aradı, babam da okul aile birliği başkanıydı. Babam sabahın köründe eşofmanlarla okula geldi .Biz de Abdurrahman Hoca’nın odasındayız. “Ne oldu?” falan dedi. “Baba, ben avukat olmak istiyorum.” dedim. “E ol, peki şu anda bu sabah kalktın buna mı karar verdin?” dedi(gülüyor). Yok yani falan, neyse öyle tabii ki desteklediler.
Ben sadece hukuk fakültesi tercihi yaparak üniversiteye girdim. Allah’tan uyandım, Allah’tan Ally McBeal dizisi varmış. Mühendis… Bazen düşünürüm yani mühendis olsam diye. Eminim onda da iyi bir mühendis olurdum. Çünkü mantalite olarak hep elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışan ve iyimserlikle bakmaya çalışan bir tipim. Ama avukatlık nadiren kolay olsa da benim ruhumu çok besleyen, çok tatmin eden “İyi ki seçmişim.” dediğim, gurur duyduğum bir meslek.
Baha: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yıllarınızda bugünkü sizi oluşturan, “İyi ki yapmışım.” dediğiniz şeyler var mı?
Hande Karakülah: Yani tabii çok var ama herhalde en çok fark yaratan, fakülteyi de sevmemi sağlayan ve fakülte sonrasında da bana çok başka ufuklar açan hocalarımla kurduğum diyalog. Tabii benim şu andaki, sizlerin dönemindeki öğrencilere göre farklı bir avantajım var. Bizim zamanımızda üniversiteye giriş sistemi farklıydı. Okul ortaöğretim başarısı ne kadar düşükse ve öğrencinin puanı ne kadar yüksekse o kadar katsayı alıyordu. Daha sonra bu tersine çevrildi. Dolayısıyla ne oluyordu? Ortaöğretim başarı puanı düşük olan ortalamalardaki okullarda yani Anadolu’daki okulların başarılı öğrencileri bu üniversitelere girerken avantaj sahibi oluyordu. Dolayısıyla üniversiteleri kolejliler ve Anadolu liselilerden ziyade devlet liselerinin başarılı öğrencileri dolduruyordu. Böyle bir durumda da yabancı dil çok bir büyük bir avantaj sağlıyordu. Çünkü çoğunluk devlet liselerinden geldiği için çok az öğrenci İngilizce konuşuyordu.
Benim dönemimde biz böyle parmakla sayılan öğrencilerdik. Çok fazla akademik çalışmalar olurdu hocalarımızın ev sahipliğini yaptığı. Kolokyumlar, sempozyumlar, yabancı hocalar gelirdi. Oralarda, tabii biz yabancı dil bildiğimiz için, hocalara organizasyonda destek olurduk. Gelen hocaları ağırlardık. Gerektiği zaman mihmandarlıklar yapardık ve bu vesileyle benim genel olarak hocalarımla ve kürsülerle ve asistan hocalarımla hep bir diyaloğum oldu. Bu da, hem de diğer misafir hocalarla da diyalog kurduğum için çok geniş bir ufuk açıyor. Diğer üniversiteler ne yapıyor, yurt dışında neler yapılıyor, mezun olduktan sonraki seçenekler neler… Hepsinin ötesinde de ciddi bir özgüven kazanıyorsunuz. Sonra da dünyanın en ünlü, en iyi yetişmiş hukuk profesörleriyle konuşma fırsatınız oluyor. Onlar size tavsiyeler veriyor. Yapabileceğinizi düşünüyorsunuz. Bunlar çok önemli şeyler. Nitekim devamında da hocalarımla aram hep iyi olmuştur. Hep bana referans olmuşlardır. Yol göstermişlerdir. Bence üniversitede bunu yapmış olmam çok büyük fırsatlar sağladı bana. Ama söylediğim gibi yine birtakım şanslardan kaynaklandı. O şansı da iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum.
Furkan: Çeşitli bürolarda avukatlık yaptıktan sonra kurum avukatlığı görevini üstleniyorsunuz. Sizi buna yönelten sebepler nelerdi? Sizce bu iki tür avukatlığı karşılaştırdığınızda ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?
Hande Karakülah: Evet, yani aslında çok kişisel ve elle tutulur, somut bir karşılaştırma yapmanın da mümkün olmayacağını düşünüyorum, tercih gibi bir durum. Benim açımdan en büyük farkı ve kurum avukatlığına geçmemin ve tercih etmemin en büyük sebebi, dışarıdayken bir mütalaa verdiğiniz zaman onun sonucunu bilmiyorsunuz çoğu zaman. Hani size bir soru soruluyor, “X yapabilir miyiz?”. Siz işte “Şu mevzuata göre şöyle yapabilirsiniz ya da yapamazsınız, cezası budur, yaptırımı budur.” diye bir görüş veriyorsunuz; ama sonra çoğunlukla onu yaptılar mı yapmadılar mı, yaptılarsa sonuç ne oldu, yapmadılarsa bunun ticari etkisi, boyutu ne oldu hiçbir şey bilmiyorsunuz, ta ki onu yapmışlar ve patlamış ve geri geliyor, ancak o zaman. Oysa kurum avukatlığı öyle değil.
Kurum avukatlığında verdiğiniz görüşlerin, tavsiyelerin hatta bazen kararların hepsi müvekkilleriniz de zaten sizin zaten iş arkadaşlarınız, kader arkadaşlarınız. Aynı geminin içerisindesiniz, el ele alıyorsunuz bu kararları. Sonuçlarına el ele katlanıyorsunuz. Başınıza büyük bir şey geldiğinde de el ele tutuşup “Yani yaptık ama bize birileri çözsün konuyu.” diyorsunuz. Orada bir müvekkil avukat ilişkisi çok daha girift, çok daha bana göre, benim sevdiğim türden. Sonuçlarını da birlikte yaşama, mükafatını da birlikte yaşama gibi birazcık daha kader arkadaşlığına dönüşüyor. Ben de açıkçası biraz daha bu tarafında kalmayı kendi açımdan daha güzel, heyecan verici, tatmin edici buluyorum. Öte yandan ticaretin de içindesiniz. Yani sadece hukukla ilgili görüşler değil, işinizin gidişatıyla ilgili de, toplantılarda yeri geliyor, ürünle ilgili veya finansla ilgili veya bambaşka konularla ilgili de görüşlerinizi belirtiyorsunuz. Bu da şirketi daha çok dahiplenmenize sadakatinizin artmasına sebep oluyor. Dolayısıyla sanıyorum benim için hem de kişilik olarak kurum avukatlığının daha uygun olduğunu düşünmemin sebepleri bunlar.
Baha: Dünyanın önde gelen şirketlerinden birinin Türkiye, Orta Doğu ve Afrika Baş Hukuk Müşavirliği görevini üstlendiniz. Bu yönüyle farklı hukuk sistemlerinde çalışmak, sizin için bir zorluk yarattı mı? Uyum problemi yaşadınız mı?
Hande Karakülah: Of … Hem de nasıl (gülümsüyor)… Uykusuz günler, geceler, kan, ter ve gözyaşı. (Gülümsüyor) Yani her gün değil tabii ama bu tabii ki bir günde olmuyor. O pozisyon aslında üç, beş adımda geldiğim, ilk önce Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan birkaç ülkenin hukuk sorumluluğuyla başlayan, sonra biraz daha büyüyen, sonra biraz daha büyüyen, en son o pozisyonu bıraktığımda yirmi beş ülkede otuz sekiz ayrı şirketin müvekkilimiz olduğu bir hukuk dünyasıydı. Çok güzel bir deneyim açıkçası. Bunu merak eden, gerçekten bu strese, endişeye ama bilgiye, yeni dünyalara aklını açabilen, zihnini açabilen herkes için muhteşem bir tecrübeydi. Gün içerisinde Mozambik’teki bir Ticaret Kanunu maddesinden, Seyşeller’deki gümrük problemine, oradan Lübnan’daki ekonomik krizin dövize etkisinden dolayı kapanan mağazanın sözleşmesinden, Güney Afrika’daki o sırada olan ayaklanmalar sebebiyle yağmalanan mağazamıza kadar… Yani tabii ki çok zor ve çok stresli. Çünkü kurum avukatlığı, biraz evvel tatlı bir sosla anlattığım, sonuçlara birlikte katlanma dediğim şey biraz da şöyle oluyor:
Mükâfatını genellikle business ekipleri, iş ekipleri alırken, bir şey ters gittiğinde de bütün oklar hukuk departmanına bakıyor oluyor. Dolayısıyla o dönemlerde kendinizi birazcık yalnız ve güvensiz hissettiğiniz zamanlar oluyor. Çünkü -burada tabii bizim harika hukuk bürolarımız var, bizim elimizi tutan, her zaman destek veren ama dünyanın her yerinde bu kadar güvende olmuyor- sadece dil bariyerinden bile, İngilizce bariyerinden dolayı bile yüzde yüz güven duyarak hizmet alamadığımız ülkeler oluyor. Dolayısıyla tabii ki çok stresli yönleri var fakat yine iyimserlikle, en büyük çabayla, çalışkanlıkla çözmeye çalıştığınız zaman çözülüyor. Sonuçta çözülmeyen hiçbir şey olmuyor, o gün de muazzam bir mesleki tatminle, o kadar kompleks bir yapının içerisinde hiçbir topu yere düşürmeden, hiç büyük bir, majör bir hata olmadan kapattığımız her güne şükredip ertesi gün için tekrar kılıçlarınızı kuşanıp geçiyorsunuz bilgisayarın karşısına.
Furkan: Çok köklü kurumlarda çalıştınız. Kurum kültürü kavramına inanıyor musunuz ve bu kültürün sizce bir çalışana kattığı ve belki de ondan götürdüğü şeyler var mı?
Hande Karakülah: Şöyle… İnanıyorum tabii ki. Kurumların, hatta bazı kurumların elle tutulur, bıçakla kessen kesilecek kadar net kültürleri var. Ama şuna da çok inanıyorum, yani bu kültürün değişmez, hiçbir şekilde değişmesi teklif dahi edilemez bir şey olmadığını da biliyorum. Çünkü kültür, içindeki unsurların bir araya getirdiği, var ettiği bir şey. Eğer ben bireysel, birey olarak, bir şirket çalışanı olarak o kültürde bir unsuru değiştirmek istiyorsam kendimden başlarım. Ben değiştirdiğim zaman, etrafıma bunun etkileri yansımaya başladığı zaman onu değiştiririm. Dolayısıyla evet, şirketlerin kültürü var. Fakat “Şirketin kültürü böyle.” diyerek bir kabulle, buna mahkûmmuşçasına hareket edilmemeli ya da kültür bir engel olamaz şirketin stratejisi önünde, ilerlemesi önünde. Her zaman değişebilir olduğunu, iyileşebilir olduğunu, iyi yanlarının muhakkak çalışanı beslediğini düşünüyorum.
Ben yeni iş değiştirdiğim için kişisel deneyimim farklı. Her ne kadar benzer sektörlerde de olsa çok farklı iki köklü şirketin de kültürünü bir tanesini zaten uzun yıllar deneyimledim, şimdi yeni şirketimin kültürünü deneyimliyorum. Tabii ki unsurları var; birbirlerine benzeyen, benzemeyen yönleri var. Beni de çok besliyor, “Aa buradaki girişimci ruh ne kadar güzel, ne kadar çok sorgulayan bir kültür burası. Evet, ben de buna uyum sağlamalıyım, daha çok girişimci olmalıyım.” duygusunu bana veriyor. Ama başka bir şirkette, ne bileyim, çok köhne, hiçbir şeyin devam etmediği memur zihniyetli bir şirketteki çalışanlarsa “Aa, bizim kurum kültürümüz bu, değişmez.” dememeli, onu da değiştirmeye çalışmalı.
Baha: Binlerce insanın çalıştığı büyük bir organizasyonunun hukuk işlerini yönetiyorsunuz ve bu süreçte birçok krizle karşılaştığınızı tahmin ediyoruz. Böyle anlarda nasıl bir strateji izliyorsunuz?
Hande Karakülah: Yani tabii ki… Aslında hukuk departmanlarının en büyük var olma sebeplerinden biri de bu tür krizlerin yönetimi ve risklerin gerçekleştiği andaki, doğru zamandaki doğru aksiyonlar. Öncelikle şunu söyleyeyim… Çalıştığım tüm şirketler itibarıyla çok büyük bir gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim:
Benim yönettiğim kriz ekiplerinin içinde bulunduğu durumların hiçbiri etiğe veya mevzuata aykırılıktan kaynaklanmıyordu ki şirketin etiğe veya mevzuata uyumsuzluğu falan gibi bir avukat için savunulması ve anlatılması imkânsız ve çok zor olan bir durumda ve bir yerde hiçbir zaman bulunmadım. Çok şanslıyım yani, hayatımdaki belki de en büyük şanslarımdan biri, ben kariyerimde gerçekten kanunlara, mevzuata, etik değerlere çok çok önem veren şirketlerde çalıştım. O yüzden ne kendi ahlaki değerlerime ne de mevzuata aykırı hiçbir krizin içerisinde bulunup farklı bir, olmayan bir şeyi varmış gibi yaparak savunmak falan gibi bir şeye düşmedim. Ama genellikle iletişimle ilgili krizler yaşandığı zamanlarda da zaten bu şirketlerin çok ciddi kriz yönetim şablonları, prosesleri, ekipleri, kimin kimi arayacağı da dahil olmak üzere belli oluyor. Hatta bunların dönem dönem provaları dahi yapılır ki böyle bir durumda çok hızlı ve doğru aksiyonların alındığına emin olunsun. Dolayısıyla birçok kriz yönettik. Hepsini de kendimizi çok iyi ifade ederek -iletişim orada çok önemli- ve şirketlerin iletişim partner’ları ile el ele tutuşarak çözdük, hem hukuken doğru yorum yapmak hem de bunu şirketin biraz evvel bahsettiğimiz kültürüne de uygun bir dille üçüncü kişilere anlatabilmek zaten krizi çözen en önemli şey. Daha sonra da krizin sebeplerine bakıp ona ilişkin iyileştirici adımlar, düzeltici aksiyonları almak ve ondan sonra da denetimlerle bir daha olmamasını sağlayacak bir döngüyü, süreci yaratmak kriz yönetiminin herhâlde abecesi.
Furkan: Peki kariyeriniz boyunca hiç umutsuzluğa düştüğünüz ve her şeyi bırakıp gitmek istediğiniz anlar oldu mu? Ayrıca bu anları şu anda deneyimleyen gençlere tavsiyeleriniz var mı?
Hande Karakülah: Çok oldu, tabii ki çok oldu. Bence “Olmadı.” diyen biri de herhalde bu soruya çıkamaz, bilmiyorum. Çünkü her ne kadar dışarıdan bakıldığında bazı konuları, bazı işleri çok kolay gibi görsek de ben biliyorum ki her işin çok büyük zorlukları var. Bazı sabahlar yataktan kalkmak başlı başına büyük bir zafer zaten. Bazı sabahlar en büyük zafer, her şeye rağmen o yataktan kalkıp “Ben buradayım.” diyebilmek, aynaya bakıp yüzünü yıkayıp “Evet, hadi bugün de yapacağım bunu.” diyebilmek. Enteresan bir şekilde gençken daha kolaydı gibime geliyor. Yani yaş aldıkça yükler ağırlaşıyor belki de ama eğer böyle hissediyorlarsa yalnız değiller. Bu dünyada yapamayacağını düşünen, bir gün daha “Ben bu işe gidemeyeceğim.” diyen bir sürü kişi vardır. Yalnız değiller ve yapabilirler. Yapmak istemiyorlarsa, gerçekten ruhlarını yaralayacak kadar ağır geliyorsa da çıkış planı yapmak da onların elinde. Hiçbir yere mahkûm değiller. Hele gencecikken bütün opsiyonlar, bütün yollar, tercihler önlerinde açık. Bembeyaz bir tuvale istedikleri şekilde yazıp çizebilirler, boyayabilirler, istedikleri renge boyayabilirler. Dolayısıyla kendilerini yalnız ve mahkûm hissetmesinler. Herkes kendi kaderinin kaptanı, silkelenip o kaptan duruşuna geçip hayatlarının dümenini ellerine alsınlar.
Baha: Bugün hayal ettiğiniz her şeye ulaştınız mı? Bu yolda yürümeye devam etmenizin arkasındaki motivasyon nedir?
Hande Karakülah: Hmm. (Gülümsüyor) Yani çok felsefi sorular. Hayal ettiğim her şeye, yani… Evet, ulaştım. Düşünecek olursanız çok şanslı oldum, çok da çalışarak şansımı büyüttüğüm bir kariyerim oldu. Çok güzel, çok başarılı şirketlerde çok severek çalıştım. Mesleğimi iyi yaptığımı düşünüyorum. Yöneticilerim ve (gülümsüyor) işverenlerim de genellikle öyle düşündü. Kendimi başarılı hissetmem hep mümkün oldu. Dolayısıyla, evet… Mesleki anlamda hayal ettiğim birçok şeye ulaştım ama bu demek değildir ki “Ulaştım ve bitti.” Hayat öyle bir şey değil çünkü aslında hayat her bir günü hak ettiği şekilde, neşeli, hafif, etrafınıza fayda sağlayarak, alın terinizi şirketinize veya çalıştığınız konumda her kimse, sanatçıysanız mesela. Alın terinizle, samimi bir çabayla o günü geçirmek… Hayat böyle bir şey, her gün bunu yapmak. Asıl başarı bu, her ne yapılıyorsa her sabah bir motivasyonla, bazı sabahlar çok zor.
Mesela iki kere COVID geçirdim ben ve COVID sonrası sanıyorum depresyon diyebileceğim kadar çok zordu yataktan çıkmak, hayata bir şekilde katılmak ve bu o zaman gerçekten depresyonla boğuşan birçok kişiyi daha iyi anlayabildim. İnanın bunlar gerçekten birer hastalık, bunlar birer histeri değil. Bazı insanlar bununla ilgili çok zorluklar yaşıyorlar. O yüzden başarı bunlara rağmen, hayatın zorluklarına rağmen savaşlar, ekonomik krizler, bir sürü hepimizin her dakika maruz kaldığı bütün bu negatifliklere rağmen var olmak, devam etmek, vazgeçmemek. İşte hayalin gerçekleşmesi, bunu her gün yaparsak asıl gerçekleşir.
Furkan: Son sorumuza geldik Hande Hanım. 22 yaşında, fakülteden yeni mezun olmuş Hande Karakülah ile bugün bir kafede karşılaşsanız ona neler söylersiniz?
Hande Karakülah: Öncelikle keşke o bana bir şeyler söylese, o kız benden bayağı daha cesur, bayağı daha hırslı, daha atılgan… Ben… Yaşla birlikte, anne olunca, hayatta birtakım şeyler yaşayınca cesaretinizden birazcık daha güvenli ve konforlu bir yer arar hale geliyorsunuz. Önce o bana desin isterim, “Hande, yani 45 yaşına geleceksin ama lütfen kendine gel; korkma, risk al, yeni şeyler dene.” falan. Önce onu söyler herhalde. Ben ona ne derim? “Hata yapmaktan korkma, bugün olduğun kişiyi bir heykel kabul etme, her sabah kendini yeniden inşa et, her sabah yeni bir Hande ol. Yeni bir şeyler öğren, öğrenmekten, merak etmekten hiç bıkma. Kendine de yumuşak davran yani, hata da yaparsan yap, etrafındakiler hata yaparsa da affet. Çok sev ve çok sevil…”
Furkan: Çok teşekkür ederiz, bizim için çok keyifli oldu, umarım sizin için de öyle olmuştur.
Baha: Çok teşekkür ederiz.
Hande Karakülah: Ben çok teşekkür ederim. Sizlere çok başarılar diliyoruz, böyle inisiyatifleri almış olmanız bile zaten sizin de ileride çok başarılı olacağınızın benim için bir göstergesi. Çünkü şunu biliyorum ki, bir şey yapmak isteyen, sadece içerisindeki bu ateşi hisseden, o yolda devam eden birilerinin samimiyetle çalışarak başarılı olmama ihtimali yok ve illa avukatlıkta başarıdan bahsetmiyorum. Ne isterseniz ve ne zaman isterseniz olabileceğinizi, kendi oğluma söylediğim gibi, sizlere de ve bu vesileyle dinleyecek bütün genç arkadaşlarımıza söylemek istiyorum. Yolunuz açık olsun, umuyorum sizinle kariyer yolculuğunuzda defalarca daha bir araya geliriz, başarılarınızla da gururlanırız.
Furkan: Çok teşekkür ederiz, çok sağ olun güzel sözleriniz için. Görüşmek üzere.
Baha: Görüşmek üzere.
Hande Karakülah: Hoşça kalın.
12 Mayıs 2022 Perşembe
İlk Yorumu Siz Yapın